1 Aralık 2009 Salı

LOKUM

Bayramdan haberin var mı, vardır elbet. Kreuzbergde bayramlaşmalar olur pek tabii, geçen bayram, çalıştığım yere berlindeki müslümanların bayram tebriği gelmişti de, alman arkadaşım, gitmek istersen bak davetiye var demişti, o gün hollandadan ve türkiyeden misafirlerim geldiği için gidememiştim, ki gerçekten gitmek isterdim. Görmek isterdim, bi çeşit müze gezer gibi değil. Ki sevmem zaten o kendini müzedeki bi şey mişsin gibi hissetme meselesini, yine de gitmek isterdim, ama sinirlendim biraz davetiyelerine, anlamadım çünkü davetiyedeki türkçeden hiç bişey, google translation tarzında bi dil vardı ki, almancasından anlamıştım ne demek istediklerini, refleks halinde elime kalemi alıp-toldaki adam gibi- hataları işaretlemeye giriştim fakat hataları işaretleyebilecek kadar bile iyi değildi metin.
Neyse
bayramdan haberin vardır kesin.
Benim pek yoktu. O yüzden bayramdan bi önceki gece bi arkadaşıma gittim, gittim diye annem biraz kızdı bana, ki mütedeyyin bi insan olmasa da, kalabalık aile çocuğu olması sebebiyle, bu tip günlerde duygusallık yapar, üzülür filan. Ölen kardeşleri gelir aklına,annesi ve babası. Henüz onu anlayacak kadar çok şey yaşamadım.
Haberim yoktu bayramdan işte, gece bi arkadaşımda kaldım, bütün gece hiç susmadan judith butler dan bahsettim ki kendisi sekter solcu dur. Sevmez böyle postmodern muhabbetleri. Sonra da tiffany de kahvaltıyı izlerken uyuyakalmışız.
Neyse, bayramdan haberim yoktu. Sonra uyandık sabah, burda bi kahve var, cihangir kahve diye, işte cihangir dediğimiz yer de , böyle bi gettolaşma çabası eşcinseller için. Schöneberg diyeyim yani, cebinde parası olan erkek eşcinseller yani. Sen sevmezsin kesin, ama belki de çoktan gezip görmüşsündür bile.
Orda işte, sevdiğim arkadaşlarımla, dünyadan ve biraz buralardaki iç savaş tehlikesinden bahsettik, abarttığımı düşünme, bi içsavaş tehlikesinden bahsediyor en umutlu yazarlarımız bile. Eh bize de taraf olmak düşüyor galiba, başka bişey değil.
Sonra bi çevirmenle, kafkadan bahsetmeye çalıştık, sonra türkçe ve avrupa dilleri hakkında büyük laflar ettik, işte avrupa dillerindeki cinsiyet ayrımının türkçede olmamasının bi avantaj mı dezavantaj mı olduğundan filan.
Sonra, eve gittim, gerçi araya gereksiz bi akraba ziyareti ve yanlış bi otobüs ve kısa bi istanbul turu da sıkıştırdım ama bahsederken bile içim daralıyor anlatmaya gerek yok o yüzden.

Eve gidince, annemin, her yıl yaptığından farklı olarak, baklava değil de, lokum aldığını gördüm. Lokum, lokum.
Hani, seni berlinde ilk gördüğümde, doğumgünümü unuttun diye sitem ve şimarıklık etmiştin ya bana, ki ben unutmamıştım senin doğumgünü, bi paket lokum getirmiştim sana istanbuldan, turkish delight. Dedim ki ben de sana, unutur muyum hiç, hediye bile aldım sana. Orda o bunalmış gözlerinle, bi de korkmuştun üstüne üstlük. Demiştin ki bana, doğumgünümde mail atıyorsun ama doğumgünümü kutlamıyorsun. Yalan demiştin, hediye filan.
En çok buna üzülüyordum ben, hayatımda ilk defa, tutku denen şeyi, fiziksel bi acı gibi hissedenleri anlayacak kadar gerçekti hissettiklerim, ama yalandı işte senin için.
Gerçeğin kendisi gibiydi.yoktu aslında.
Yalan da yoktu ama işte bu yüzden.
Ve gerçekten, istanbuldan gelirken, sırt çantama, bi kutu lokum koymuştum senin için. Ve geçen bayram, doğum günüme denk geldi benim. Ve geçen bayram, beyaz lokumları uzattığında annem, aklıma geldi sana aldığım lokumlar.
Acaba verseydim sana onları, sever miydin, beni ya da lokumları.
İşte doğum günü ve bayram, lokumlarla geçti. Seni düşünmek için Hiç bir sebebe ihtiyacım olmasa da, bi tane daha sebebim oluverdi böylece. Hiç düşündün mü lokumları sen de, ne oldu acaba diye, acaba kıyamadım da geri mi getirdim o lokumları istanbula, yoksa lokum seven new yorklu ev arkadaşıma mı verdim.
Ha bi de, lokumların sahibini de düşünüyor musun arada. Döndü mü istanbula yoksa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder