Yine de, az şey yaşadık denemez..
Ben şimdi bu, düşündükçe sana yazmamak için o kitaptan o kitaba saldırıp, anlamadığım dillerde şarkılar dinleyip, gözlerimi yeşilin üzerine pembe puantiyeli pijamamda yoğunlaştırıp dursam da, aslında bunları yapıp durdukça, sanki yükselen kan basıncının beyni kanatması, ya da işte ne bileyim tazyikli akan suyun hortumunu filan parçalaması gibi, en sonunda, en fazla şiddetle yazmak istiyorum sana. Sana yazmak istiyorum, beni seversin diye değil, sana yazmak istiyorum, belki cevap verirsin diye değil. Sana yazmak istiyorum, kaybolmamak için. Sanki senden uzaklaştıkça, şu trainspottingdeki o kırmızı halılı sahnedeki gibi, korkunç bi hızla yere çakılıyorum, sanki sen, şu binalardan hızla düşmekte olan masum genç kızları kibarca yakalayan süpermen misali, ben hızla düşerken gelip ellerinle yakalayacaksın beni.
Ellerinle.
Yüzüme doğrulttuğun bir fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarken miydi ilk ellerini görüşüm, yoksa rakı bardağını tutarken mi.. Çıkaramıyorum. Ama o objektifi sarışından heveslenmiştim belki, belki o yüzden geriye dönülmez bi şekilde ikna etmiştim kendimi şefkatli olduğuna, belki o objektifi saran ellerin benim boynumu da öyle incelikle, öyle nazik saracağına.
Fotoğraf çekmeyi bırakıp da,- ki ben dans ediyordum sen beni çekerken-, rakını içmeye başlayıp, bi yandan da arada gözlerimin içine bakarken sen, ben dans edemez olmuştum. Dans edemez olmuş, o kenarcıktaki kaloriferin üzerine yığılıvermiştim. Seni suçlamıyorum ama, eğer bi gece oryantalist heveslerinle, doğulu bi kızla biraz flört etmekken derdin, bu hevesten çok daha derin bakmasaydın, belki de, ben şimdi buralarda bu soğukta ve gece yarısında, bi yanımda allerji spreyim, diğer yanımda kitaplar, ve bi yanımda ilaçlarım ve diğer yanımda kitaplar, ve bi yanımda rakı kadehim ve diğer yanımda kitaplar, bunları yazıyor olmazdım. Belki de.
Sana sarıldım ya. Hani, o kottbusser tor un o çirkin yapısının tam altında, sağımızdan ve solumuzdan, çakırkeyif insanlar, ve oruç tutmakta olan müslümanlar geçerken. Bir sahur vakti, ellerini, iki elini birden, ellerimin arasına aldımmmm. Burnum, boynundaki o adını hatırlayamadığım kemiği koklarken, ben elini tuttum, iki elini birden. Kulağıma, görüşücez bi daha merak etme, korkma bu kadar dedin.
Ben ellerini, ellerime alırken. O soğuktan kurumuş, o kısacık tırnaklı, o geniş, damarlı, o habire mavi gömleğinin düğmeleri arasından küstahca içeri girip o adını hatırlayamadığım kemiğini kaşıyan ellerini tuttum. Sen de sıktın ellerimi. Sonra yavaşça gitti ellerin ellerimden, rilkenin dediği gibi, anne memesinden kesilir gibi...
sonra uzaklaştın, karadeniz balıkçısının önünden, ben arkanda bakarken, sen bikaç kere dönüp baktın, ve kalabalığa karıştın.
Bilsen türkçede el, öteki de demek. Bize karışamayan bi türlü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder