8 Ocak 2011 Cumartesi

huzur kokusu mu? balık kokusu mu?

her şey hakkında kocaman teoriler üretip, kendi duygularımızı o kocaman teoriler altında ezip durabiliriz. ben de yapabilirim bunu, yapmaya da çalıştım, saat gece 12ye doğru gelirken o ıssız yolda yürürken... eve geldiğimde, kızıltepe de kadın olmak zor isimli bi haber okuyana dek, bunları yazmak gelmedi içimden.. ya istanbulun göbeğinde kadın olmak, peki ya erkek olmak?
istanbulun göbeğinde bi otobüs durağında, şık giyimli, kalite kravatlı orta yaşı geçkin amcanın, sarhoşluktan taciz etmeyi bile beceremeyen tacizleri sonucunda haykırarak ne istiyosun ulan dememi duyan erkekli kadınlı grubun, arkasını dönerek sanki hiç yokmuşuz gibi, sanki ben sinirden titremiyormuşum, sanki o adam etrafımda dönüp durmuyormuş gibi yapmasından ne gibi bi sonuç çıkarmalıyım? ağızlarını açınca doğudaki kadınların ne kadar tacize uğradığından, ne kadar dayak yediğinden ne kadar çocuk doğurduğundan ne kadar türkçe bilmediğinden dem vuranların, şehrin göbeğinde bir kadının haykırışlarına bu kadar sırt çevirmelerini nası yorumlamalıyım? biz şehirdeki eğitimli hiç çocuk doğurmamış mükemmel(!) türkkçe konuşan kadınların durumu ne olacak? hayatımda ilk defa taciz edilmedim, ya da dünyada tacize uğrayan ne ilk ne de son kadınım, ama ya o insanların sırtını dönüşleri?
tramvayla o otobüs durağına gelirken hannah arendt'in diktatörlük dönemlerinde kişisel sorumluluk makalesini okumuş olmam mı acaba etkiledi beni bu kadar diye düşündüm? insanların gözlerinin önünde gerçekleşen bi vahşete bu kadar çabuk arkalarını dönebilmeleri, o tacizin bi parçası haline gelmeleri, sanki benim artık o toplumda varolmamam gereken bişeymişim gibi hissettirmeleri...
neyseki, tramvayda gelirken eminönünde balık kokan çekik gözlü bi erkek çocuğu binmişti tramvaya, babası olduğunu tahmin ettiğim adam elindeki ağır kutuları tramvaya doğru taşımaya çalışırken o önden koşarak kapının arasına sıkıştırdı kendini ki, kapı açılsın, kapı açılınca sanki dünyanın en mutlu çocuğu oluverdi, babasına minik gözlerinin elverdiğince huzurla baktı, sonra benim çekik gözlerimle karşılaştı gözler, onunki kadar olmasa da minicik olan gözlerimle selamlaştı, önümde ayakta dururlarken, heyecanla babasına turnikeden onun arkasından hızla geçmeyi becerdiğini böylelikle tek bilet parasıyla iki kişi geçtiklerini anlattı, babası da gülerek baktı ona, ben arendt okurken arada bi kafamı kaldırıp çocuğun huzurundan çalmaya çalıştım, karşımdaki koltuğa oturup, ellerini cebine sokup, yere değmeyen ayaklarını yere değdirmeye çalışırken, burnuma balık kokusu geldi. huzurun kokusu mu balığın kokusu mu, ya da o adam mı otobüsteki bu çocuk mu tramvaydaki?? ya da o suça ortak olanlar mı, öylece arkasını dönenler mi?
bilemedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder