29 Kasım 2009 Pazar

yüzleşme

ich musste so gehen.
alles andere wäre
nicht wahr und
nicht richtig.
ganz normal,
ganz einfach
mich verabschieden.
alles gute in Berlin.

17 Kasım 2009 Salı

que.


L'Amour
Frederique
L'Amour
Platonique
Türkçe
Bilseydin keşke
An dich

epidemic

Salgından ben de aldım nasibimi, büyük ihtimalle, bu ateş, bu mide bulantısı ve bu tahammül edilmez neşesizlik, buna işaret olsa gerek. Hiç korumadım kendimi aslında, aslında kendimi koruma gibi bi duygum olmadı, saf bi çocukken bile nasıl olduysa korunmaya çalıştıkça boka bulandığımızı farketmiş olmalıyım. Ne ülkenin, sonradan baya zararsız olduğunu anlasam da o zamanlar -saf bi çocukken yine-, baya bi uzaya filan hükmettiğini zannettiğim- uzaya hükmeder insan paylaşabilse herşeyi diye bi marşları bile vardı,uzaya niye hükmediyoruz diye sormadan coşkuyla söylediğimiz-, komünist partisine üyeyken bile, öyle telefonlarım dinleniyor mu, peşimde sivil polisler var mı gibi paranoyalarım olmamıştı, olması gereken zamanlarda bile, her nasılsa, işte salakça, olmamıştım paranoyak.
Ki sana rastlayışım, ki sana o ahmak istanbul gecesinde rastlayışım, nereden geldiğini, neden bu ahmak istanbul gecesinin şıklığının içine edip onu hayatımın en gerçek anına çevirdiğini bilmeyişim, bütün diğer mantık mekanizmalarımı yerle bir etti işte. Hakkında bildiğim tek şey, Berlin'de yaşadığın ve delirtircesine güzel gözlerin olduğuydu. Seni ne zaman görürüm, daha ne kadar istanbulda olduğun gibi hayati sorular, kafamın içindeki o küçük mantık motorlarıma çomak sokmakla meşguldü. Ulan bi kere gördün, ulan olur mu neyini sevdin gibi, sorular giderek, ulan ben ne gördüm öyle ulan ben ne sevdim öyle gibi karşı konulmaz hayallere bırakıyordu yerini.ve dahası dayanılmaz bi paranoyaya: ya bi daha görürsem, ya bi daha çıkarsa karşıma, ya bi daha bakarsa bana.
Görmedim seni bi daha, benim şehrimde. Senin şehrinde bisiklet sürdüğüm günlerdeyse, çok defa tepelenecek oldum taş gibi alman arabaları tarafından, sen misin acaba diye bakarken bütün o kumral kısa saçlı gömlekli kadınlara. Nerde bi rüzgarda uçuşan güzelim saç görsem, nerde zayıf, boynunu kaşıyarak giden bi silüet. Kalbimin yemek borusunda attığını, atmaktan yorulup duracağını sandığım anlar...
işte ben böyle paranoyak oldum, hiç kızamazsın bana, çünkü sen de paranoyak oldun sonunda. Biliyorum.

15 Kasım 2009 Pazar

İnanma gözlerine

Biraz kül, biraz duman... O benim işte
Kerem misali yanan... O benim işte
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman... O benim işte.

diyen bi şiirimiz, ve bi de bunun şarkılanmış hali var. türkçeyi sevmen sebebiyle, seversin belki duysan. türk bakkalıyla gey barın arasındaki kaldırıma oturmuş, bisikletleri çalan iri kıyım almanlara bakarken, anlatmaya başladığın bi hikaye geldi aklıma bu şarkıyı dinlerken. Bi gün, tam da o'strasse ye çıkan metro durağının orda, bi kadının cüzdanını çalmış birileri, ve sen de görmüşsün, olayı, çalanı, ve deliliğinden mi iyiliğinden mi bilinmez, koşmaya başlamışsın hırsızın peşinden, (sarhoş kafamla hayal ettim seni, güzelim kumral saçlarının kaat kaat rüzgarda inip kalkışını, ve büyük ihtimalle koşarken kendi koşuşuna şaşırışını), sonra peşinden koşarken, köşe başındaki türk gençlerine( belki de kürtlerdi nerden bildin diye sorabilirdim sana aşık olmasam), bağırarak yardım istemişsin, ve yağız anadolu delikanlıları sana eşlik etmişler hırsız kovalamacanda. Gözlerin dolmuş senin de koşarken, pek bi dışlamışsın zira anadolu delikanlılarımızı, (sadece anadolu delikanlılarımızı mı-) sonra, tam o meydanda, adını hatırlamadığım, ama heinrich platz ın ters istikametinde olan, o meydanda yakalamışsınız hırsızı, tabii sana iş düşürmemiş bizim delikanlılar, hırsızı da pataklayıp, biz kreuzbergin şövalyeleriyiz mealinde bişiyler gevelemişler(die ritterinnen), sonra beraber kadına iade etmişsiniz cüzdanını, kadın da ağlayayazmış, sen de işte, orda, o kaldırımda, bi elinde rakı, ben yanında, almanlar bisiklet çalarken, anlatıverdin bu kahramanlık hikayeni, pek çok sebepten kızabilirdim sana, mesela, o bisiklet çalan almanlara neden sesini çıkarmadın diyebilirdim, yanıbaşımızdakilere, ya da anadolu delikanlılarının yaptığı, ortalama herkesin yapabileceği türden, bu yardımın seni bu kadar şaşırtması bile, ayrımcı bi davranış değil mi, diyebilirdim. Ama demedim, ama sustum, ama sevdim, ama içtim, ama kokladım, ama merak ettim gömleğinin ardındakini...ve siktir git, demek varken, durdum yanında, ilk aşkın verdiği hak, tümden saçmalayabilme hakkı dedim, durdum yanında, sen pariste dedenle yemek yerken, onlara nasıl açıldığını, onların da sana ne önemi var sevdiğin kişinin cinsiyetinin biz seni seviyoruz dediğini anlatırken ben de, o anda, anladım, yine o cesaretten anladım, bütün dünyaya ben bu kadını seviyorum demenin kıymetini, ve o anda, bütün türk bakallarının önünden senle elele yürümek geldi içimden.
Ve sen, sabaha karşı, bisikletin yoksa, eve bırakayım seni arabayla dedin, benim, bisikletim vardı ve sana yalan söyleyemicek kadar tutkundum, keşke deseydim, az önce bisiklet çalanlar, benimkini de çalmış, işte bu yüzden evime bırakmalısın beni, ve arabayı nehir kenarına çekip, beraber güzel havada nehir üzerine düşen şehir ışıklarını seyretmeliyiz.
Seyretmeliydik.
Ama ben söyleyemedim, yalan. Ve bisikletimi gösterdim, bisikletimle uzaklaşana kadar arkamdan beni izleyeceğini söyledin, amok koşucuları var, genç ve güzel kadınlara saldırıyorlar dedin, aslında güzelliğimden çok gençliğime toyluğuma vurgu yaparak.
Ve ben kulaklığımı taktım, o aşk cesaret ister diyen efkarlı yunan şarkısını dinleyerek, karanlık demir köprülerin altından, eve gittim. Ve nehir güzeldi.
Ve ben, ben değildim.

(Duru bu bir tesadüf tanımına ihtiyacım var diye düşündüm, akan suya dalarken. Yoksa nasıl açıklayabilirdim ki bunca karmaşayı. Duru dupduru bi tesadüf tanımı, -hiç bir oryantalist yoruma mahal vermemeli.
Öyle bi tesadüf tanımı olmalı ki bu, ne baştan İstanbul'u bi sırlar şehri olmaya hapsetsin, ne de gri gerçekçi safsatalarla hayal kurmayı engellesin.

“yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi”
diyor Türk Dil Kurumu.

Hem korkağım ben, kapıdan dışarı adım atmamak için bin türlü neden bulabilirim şu koca-küçük-17 m2-odanın içinde. Cüzdanımdan bozuk paralarımı çıkarıp tekrar tekrar saymak umutsuzluğun keyfini verir bana:- say say tekrar, belki evden çıkmamam için yeterli keyifte, yeterli pahada-dırlar-..

Aslında sıradan bi korkak için- bütün gün perdelerini, koyu renk perdelerini kapalı tutan, kapıdan çıkmadan önce karşılaşmaktan korktuğu için birileriyle, kapıya kulağını dayayıp tam sessizlik bekleyen- fazla derin düşündüğüm söylenebilir.
Sıradan bi korkak:
Saçları dağınık diye aynaya bakamaz, dişleri pis diye dişlerini fırçalayamaz.
Kendini beğenmiş bi korkak belki de, şu kendi yansımasını camda gördüğünde gözünü alamayan cinsten.
Günlerini hiç bişey yapmadan geçirmesine hep ortalama inanılırlıkta bahaneler bulabilen..
Kendini tüketmekten, acı verici hazlar alabilen..
Işık istiyorum artık,
üzerinde yeldeğirmenleri var yorganın, mavi kırmızı çiçekleri var pijamanın. Görmek istiyorum.
Yabancılaşmanın ölçüsü, derecesi var mıdır ki.
Sokakta mutlu taklidi yapan benle odamda mutsuzluk çeşitleyen ben arasında fark var mı ki.
Ama hoşuma giden ben, nedense tükenmiş olan.
Ben de beklemezdim kimseyi, ben de derdim ki unuttum unutabildim.
Ama hoşuma giden ben, susamadı yine.
Çay içer misin dedim kendime( hayat bi çeşit vakit geçirme çabası).
Pasif yok, olamıyor insan pasif. Arkadan,ordan burdan birisi çekiştiriyor illa ki.
Yalnız olmak ya, ne ürkütücü gelir insana. Hep yalnızlığını seviyorum bu havaların.

Peki ben ne yapıcam şimdi Orhan Bey?

Peki ben ne yapıcam şimdi Orhan Bey?

Yine alışılageldik,boğazla mide arasında reflüyü anımsatan gidiş gelişler,korkuya benzer tatsızlık dalgaları.
Korkuya benzer,tam korku değil,korkudan uzak da değil.
Yastığa başını koyunca,kulak memesiyle köprücük kemiği arasında,şah damarının pıtpıt pıt durmaksızın atışı,kalpkrizini anımsatan,dalga dalga vücuda yayılan ölüm korkusu.

Uykusuzluğa mahkum olmaktan daha korkutucu ne olabilirdi ki tüm şehir uyumuş,bütün gece canhıraş sevişmiş üst komşum,doygun ve yorgun bedenini ılık bir duşun ardından nihayet yatağına serivermişken,uykusuzluktan ve onun hırpalayıcı bağımlılığından daha korkutucu ne olabilirdi ki?



Neden bu güzelim karanlığı boşa harcıyoruz ki?
Gece huzursuz bi bebek gibi ağlasa,dünyanın tüm huzursuz bebekleri birleşip ağlasa ve uyandırsa bizi,hepimizi.Şimarma hakkı olan tüm ehli şimarıklar,deliler,yaşlılar,bebekler ve deliye yakın tahammül edilmesi zorunlu insan katmanları..Ağlayıverseniz de bi gece..

Hani sahur vardır ya.misafirliğe gittiğim dinibütün ailelerin evlerinde rastladığım,geceyi tam ortasından yaran yemek şöleni.Uykulu uykulu,güzel bi rüya gibi ağır ağır ve doygunlukla mideye indirilen böreklerin dayanılmaz huzuru.Hem bu dünyaya hem öbür dünyaya hizmetin en dünyevi biçimlerinden biri.Başlı başına geceyi yarıyor olması bile takdire şayan tören.
İşte o zaman oruç tutmadığım ve dinibütün bir aileden gelmediğim ve misafir olduğumdan salonda uyuduğum için,mis kokan soğuk çarşafların arasından başımı kaldırır gözlerimi kısık kısık açar,telaşlı yeme törenine dalardım..Yorganın içinden gözlerimi bi açar bi kapatır,evin kadınlarının bi yandan masaya yemek yetiştirme bi yandan da mutafkla salon arası gidiş gelişlerde ellerindeki tabaklardan usta elleriyle ağzılarına bi poğaça bi börek yerleştirivermelerine hayran kalırdım.

Şimdiyse,bu huzursuzluk uykusuzluk nöbetlerinde,sanki tertemiz,eliçabuk bi evhanımının tüm maharetiyle yerleştirdiği bibloları gibi zihnimin sehpalarına arada bi tozunu alıp yerleştirdiğim bi dolu imge,kelime,fotoğraf ve anı yerle bir olmuş gibi.

Ne yaptınız Orhan Bey?

Hayatla kurmaya çalıştığımız örnek ve uyumlu ve çalışkan ve sıradan ve takdire şayan bağ zaten dinamitlenmişti Oğuz Atay tarafından.
Zaten artık eskisi gibi değiliz.Mutluluk numarası yaptığımızı farketmek oldu ölüm fermanımız.Arabesk de severiz ondandır bu yaralı cümlelerimiz.
Ama şimdi aklımızın içinde kelimeler cümlelerden,harfler kelimelerden kopma çabasında,biz de anlamdan uzaklaşıp esrar ve sır peşindeyiz.
Rüya kurmayı bilmemişiz Orhan Bey.Hayallerimiz eksik kalmış biraz.Gerçekçi değil demişiz oyunlardan vazgeçmişiz.Görkem,gösteriş,sabah erken kalkma baskısı.ya boyun eğmenin ya asi olmanın dayanılmaz rahatlığı.
Ayna tutmaksa eğer,aynanın "sır"rı nerde?

Aklının sınırlarına erişemediğim dikişnakış ve örgü ilahesi diyordu ki televizyonda:sevgiliniz,kocanız iş gezisine çıktığında onun gömleğini ortadan kesin,dikip bir yastık yapın.Kafanızı da tam koltuk altıyla göğüs arasına yerleştirin.Peki Zeki Müren de bizi görecek mi diye sormak isterdim ona bütün saflığımla.
Gece uykusuzluklarına koltukaltı ve omuz aranıyor.
Birlikte uyumanın kaçınılmaz esirliği.
Uykusuzluk tedavisi veren yerler için ne derdi acaba Foucault?Onları yerle bir etmeli miyiz?Gecelerimizi geri istemeli miyiz?

Uyudunuz mu Orhan Bey?

Bi kedi gibi koltukaltınızla omzunuz arasına koysam başımı,gözlerimi kapayıp,şimdi saçmaladığım gibi,ne uyuyabilen ne düşünebilen bi şaşkınlık ve mahmurlukla,"kelimeleriniz" desem..
Aklım sanki beynim yerinden oynuyor.Bir İsa figüründen çok bi Nietsche bi Poe sunuz desem.

İki aydır denizde yürümeye çalışır gibi vazgeçmeden kelimelerinize bakıyorum.Gözümün önünden geçen harfler,yüzler,yazı ve işaretler.Dayanamıyorum artık.Ben bu kadar güçlü değilim.Ne bi başkası olup kendi çaresizliğimi seyretmeye ne de sizin kelime oyunlarınıza esir olmaya niyetim var.

Anladınız mı Orhan Bey?

12 Kasım 2009 Perşembe

Ah

Ne zaman
kötü hissetsem
kendimi
aklıma sen geliyorsun
dedi

Bunu duyduktan sonra
Artık
kötü hissetmem
kendimi

10 Kasım 2009 Salı

Salgın var

Salgın var, korkuyoruz birbirimizden, ağzını hafifçe açan herkes hapşurmaya teşebbüsten yargılanıyor, infaz edilenlerse otobüslerden, vapurlardan hatta uçaklardan dışarı fırlatılıyor. Tekbaşlarına hapşurmaya, öksürmeye, gözlerini yakmaya, ishal olmaya, kusmaya, bi yatağın içinde ateşli rüyalar görmeye ve yastıklarının virüslü yüzlerine burunlarını gömmeye terk ediliyorlar. Nasıl öldüklerini bilmiyoruz, korkumuzdan. (Geçen gün otobüste terleyen alnımı silmek için( - ki türkçede alınteri derler, bilmezsin) cebimden eprimiş bi peçete parçası çıkardığımda, etrafımdaki herkes, sanki cebimden kocaman bi bazuka çıkarmışım da gezgözarpacık yapıyormuşum gibi, siper aldılar, korkularından.)Ben, inanmazsın ama, seni düşündüm, eski sevgililerimden biri, çok aç kalsan beni yer misin diye sormuştu ,ki şimdi soracağım sorudan daha acımasızı var bil diye söylüyorum bunu, seni düşünürken dedim ki, istanbulda yaşar mıydın benle, asla dediğini duyar gibiyim, e sormazsın biliyorum ama aklında olsun diye söylüyorum, ben de ne pariste ne berlinde, ne de new yorkta yaşayabilirmişim, sırf sen diye. Dışımdan salak bi çocuk numarası yapsam da, aslında içten içe, şimdi salak bi çocuk numarası yapıyorum ve sen bunu anlayamicak kadar kutsal bi şahsiyet zannediyosun kendini, diyodum, ve ben senin bu yüksek şahsiyet havalarının altında ezilmek istediğimde, sadece senin aslında beş para etmeyen güzel gözlü bi parisli olduğunu düşünüp kendimi senin seviyene inmemle yüceltmek istediğimde, seviyordum seni.