28 Aralık 2009 Pazartesi

kalte Sonne


Bazen şehirle ilgili tek sorunum, gürültü gibi geliyor, hani şu kocaman otobanları ezip geçen arabaların çıkardığı ses, bazen durup, acaba bu ses motorların iniltisi mi yoksa tekerleklerin asfalta sürtünüşleri mi diye düşünürüm, asfalta sürtünüşlerinin ses çıkarmasına sebep olan fiziki nedenleri düşünürüm, gri.

Berlinde kaldığım evin banyosu ve mutfağı bi kaç binanın baktığı geniş bi avluya bakardı. Berlinin geç yazıydı o eylül, ve avluya girerdi kocaman güneş. Ve ses: İlk zamanlar ağaç hışırtısı zannedip heyecanla avluya bakan pencereden bakmıştım, ulu dallı ağaçlarla karşılaşmayı umarak, ama işte, berlinde, umduğumuzu değil, bulduğumuzu yedik hep, misafiriz ya.
Meğer o ses, binanın caddeye bakan tarafından geçen tramvayın demirlere sürterek çıkardığı sesin avludaki duvarlara çarpmasıyla oluşan sesmiş. Ah Berlin, sen bu demir yığınlarından çıkan kaç burnu büyük, pos bıyıklı sesi koynunda oyalayıp yumuşatmadın ki derdim kendi kendime.
İşte böyle, her sabah uyandığımda, kahve yaparken kendime, ve alman ev arkadaşlarımın sabahları zeytin ve sarı biber yememe şaşırmasına gülerek, o hışırtıların ağaç hışırtısı olduğuna inandırmaya çalışırdım kendimi. Bazense, sanki bardaktan boşalırcasına yağan yağmur gibi gelirdi.
Bu yüzden, hep pencereye arkamı dönüp otururdum ki, avluda hiç ağaç olmadığını, hiç yağmur yağmadığını görmeyeyim.

Bi sabah, ki o sabah diğer gecelerin sabahına benzemiyordu. O gece, seninle geçirdiğim bi gecenin sabahıydı, ve ben eve saat 5 te gelmiştim, ve evdeki herkes farkındaydı ağlayarak uyuya kaldığımın. İşe gitmek zorundaydım, her zamanki gibi, tabağıma salatalık biber zeytin ve yunan peyniri koyup, kahveyle yutmaya çalıştım, pencereye arkam dönük.
Heyecanla sana demiştim ki, o güzelim şiirdeki gibi, “bi akşam konuğum ol”, sana rakı açayım, sana mezeler yapayım, geldiğim şehre benzeyen. Uzun uzun konuşalım demiştim, istersen odamın pencersinden nehri ve demiryolunu, istersen mutfaktan demiryollarının avludaki yansımasını dinleyelim. Gülmüştün, red edilemeyecek bi teklif demiştin.
Galiba, işte kahvaltıda, biberlerin ısırıldıklarında çıkardıkları sesleri dinlerken, ev arkadaşımın benimle konuşma çabalarına cevap veremeyişimin sebebi, bu hayaldi.

Sonra arkadaşım, arkamdaki kocaman pencereye doğru işaret parmağını uzattı, “aaah güneş, güneşe bak, ne kadar güzel bi gün”....

elimdeki çatalı bırakıp, gövdemi hareket ettirmeden boynumu çevirip güneşe bakmıştım, bi an, güneşten hep nefret ederim ama, o güneşe orda senle bakamayışıma lanet okudum heralde. Kafamı tekrar masaya çevirdiğimde, kalmamıştı gücüm. İyiymiş gibi yaptım bi kaç saniye, ama yok olmuyordu işte, olmuyordu, tahta sandalyeden kayarken masaya tutunmaya çalıştım, ve arkadaşımın adını sayıkladım an.. anddd....andreaaa... ich kann nicht mehr.....andreanın bi çığlık beni yakalamaya çalıştığını hatırlıyorum, ve bi yatakta uzandığımı.

Sonra görmedim seni hiç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder