bilerek yanlış otobüse bindim, kadıköye giden. şöför ısrarla bak burda inersen daha kolay dönersin geri dese de, acelem yok dedim, giderim kadıköye... tek tek o sokakları dolaştım. balık pazarından, ermeni kilisesinin önünden geçtim, senle geçerdik önünden, her geçtiğimizde de içimin acıdığını tahmin ederdin belki de.. o zamanlar gizemli bi acıya gönderme yapan harfler bu defa birer ses oldular(sonunda ermeni alfabesini öğrendim). sonra pazarın içinde bi türk kahvesi içtim.. yoksaymadım seni. alnımdaki iğrenç ağrıya, yutkunmalarıma, dayanarak, o kahvecinin karşısındaki migrostan heyecanla çıkışlarımızı hatırladım, büyük ihtimalle o zamanlar bende hipoglisemi başlamak üzereymiş, o marketten çıktıktan sonra elimizdeki poşetlerden heyecanla çikolotaya saldırışım geldi aklıma. sonra bizi takip ettim, yukarı çıktım, antikacıların ordan yukarı modaya çıktım... modadaki evimizin olduğu sokağa...insanların acıdan çıldırdıklarından neden kafalarını duvara vurduklarını anladım...duygular o kadar acıtır ki fiziksel acı onu hafifletir sanırsın...
yazarken bile ağır...
ve korkarım o garip pop şarkısıyla karşılaşmamı başka bi zaman anlatmam gerekecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder