16 Aralık 2010 Perşembe

uyku

düşündükçe tatlı bi uyku ve sıcaklık basıyor... istanbulda tramvaylar evlerin içinden geçiyor.. ben de huzursuz evin meraklı çocuğu olarak, istanbulun nefesinin buharını kırmızı eldivenlerimle silip, tramvayın camlarından, evlerin içine bakıyorum gözlerimi kocaman açıp...
ki o evler, ki o evleri düşünmek şimdi bana huzur ve uyku ve sıcaklık veriyor.. ki ben huzursuz uykusuz ve soğuk biriyimdir.
ki o evlerin içinde sevimsiz ve dümdüz bi beyaz ışık yanar, - ki ben loş sarı ışıklarda aradım huzuru şimdiye dek-, o dümdüz beyaz ışık, yerinden oynatılması zor kaba çekyatları ve odanın bi duvarına dizilmiş yatak- yorganların üzerine örtülmüş renkli örtüleri ve bize dünyaya dair bütün bilgilerimizin tesadüfi olduğunu hatırlatan bilgi yarışmalarının döndüğü televizyonu ve bi köşede sehpanın üzerinde ödevini yapmakta olan, bi yandan da aklından babası okulda yaptıklarını bilseydi ne yapardı mealinde korkular geçiren ufaklığı ve televizyona baksa da aslında içinden içinde bulunduğu duruma hiç bi anlam veremeyen babayı ve mutfakta bişiler yapmakta olan annenin koltukta unuttuğu eşarbını aydınlatır.
ben o beyaz ışığa bakar, ve bütün huzursuz donuk yaşantımın evdeki bi türlü düşemeyen yüksek tansiyondan kaynaklandığını düşünür, kendimi o çekyatların birinde uzanırken hayal eder, ve ısınırım. kimse görmez beni: o evlerin içine girerim pencereden, ve camdan bi rüzgar girdi sanan ev halkı farketmeden uzanırım bi kenara.. ve hayata karışırım onlarla. neden uyuyamadığımı, ya da aseksüelitenin felsefedeki yeri gibi hayatla arama içine girmek için bi türlü doğru zamanı ayarlayamadığım döner kapılar gibi girip duran fikirler yerine, ellerimle dokunup açtığım bi kapı oluverir, beyaz ışıklı evler.
başımı okşayan, renkli gözlü bi anne, ya da belki çocuğu uyduruk hikayeler anlattığı halde uydurukluğunu yüzüne vurmayan bi baba olur. huzur.
yazmak imkansız, uyurken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder