Bir gün, birden, tam da uzanmışken, tam da beton okurken thomas bernhard, tam da işte güzel kelimeler dizilmiş ardarda ve karmançorman ve hala almancayı sevmek için nedenlerim var derken, birden, aklıma geldi, o.
gözyaşlarımla birlikte, beynimin içindeki o bilmediğim o bütün süblimik sıvıların, ya da bilimsel isimleri işte her neyse, onların, akıp gittiğini hissettim, ve birden, umutla ve tüm bilimsel açıklamalarımla o akıp giden şeylerin arasında hafızamdan bi kaç nadide eserin de, kaz ayaklarımdan, kırmızı yanaklarıma ordan da kulak memelerime doğru süzülüp, yastığın çukurova pamuğuna gömülmesini, ve orda tüm o berlinli haliyle, yabancılık çekmesini, ayrımcılığa uğramasını, hor görülmesini, anadilini konuşamamasını, anadilinde ilan-ı aşk edememesini diledim.
Bu sırada betonu, tam göğsümün üzerine yerleştirdim, aslında itiraf etmeliyim, ilk değildi aklıma gelişin, ya da kolay olmadı bu şehre gelişim, ve saçma arada bi şair olmaya özenişim. Ama itiraf etmeliyim işte, dediğine yakışır, patetik, diyişine yakışır bişeydi sana beslediklerim, hisler yani, biliyorum hiç de övmeye çalışmadın, sen koca kadın, küçük kızdım ben, küçük patetik ve türk, sen fransız aklı selim ve çok büyük. - halbuki sen güneştin ben sonbahar-, kırmızı kiremitli binaların ve fransız anarşistlerinin kurduğu sarhoş geminin sokağında ilerlerken, üşüdüm dedin, belki kışmıydın yoksa, sen üşüyünce, senin o kurumuş tırnakları dibinden kesilmiş ellerini koltukaltlarıma bastırsam dedim içimden, o tırnakları dibinden kesilmiş parmaklarınla bi sağa bi sola yatırdığın düz açık kumral saçlarını bi sağa bi sola, yatırıp dururdun, ve ben her defasında iki elimle o küçük parizyen kafanı ellerimin arasına alıp, o güzelim kalın kaşlarından ve yeşil gözlerinden öpmek istedim seni, ve hatta bi keresinde de yaptım, sarhoştum çok ve ilk tanıştığımızdaki gibi ellerinde rakı vardı senin, sek, ve ben tuvaletten çıkıp, onca öpüşen erkeğin arasında seni ve senin mavi gömleğini ve bana bakan gülen gözlerini görmüştüm de , sonra nası bilmem, oldu o cümle, Dans la jungle de m(t)es cheveux, diye hayal ederdim seni hep, hayal etmekten başka ulaşma şansım olmadığında, ve bi cesaret, işte o cesaretten zaten, dedim kendime aşıksın sen, işte o cesaretten, birinin isteği olmamasına rağmen vücuduna dokunmaya cesaret eden cesaretten, tuvaletten çıkmış ıslak ellerimle, dokundum, saçlarına, aslında kelimeyi doldurmadan dokundum, aslında, teğet geçtim, gözlerimin içine bakarken, gözlerimin içine baka baka çekiverdin kafanı ellerimin arasından, ve o sırada anladı belki de o güzel yunan adam, onla ilgilenmediğimi fazlaca, aslında, barın dışında, sokakta, sen sigara molası vermişken, ve benim hem heyecandan hem de soğuktan dizlerim tir tir titremekteyken ve şefkat dolu ufak bi bakış için hayran hayran ve senden uzun olmama rağmen sana nasıl oluyorsa alttan yukarı bakarken, yanımda bi güzel yunan adam belirmişti, birden, aynı benim sana kırmızı koltukları olan o istanbul barında yaptığım gibi, birden gelip konuşmaya başlamıştı, sorusunun bana nerdeyse bütün berlinliler tarafından sorulduğunu bilse sormazdı elbet, ama sormuştu işte, nerelisin diye, düşündüm bulamadım diye, ve tahminler, venezüela, ispanya..
o an, ya sarhoşluğumdan uydurdum, ya da cidden, sigaranı içerken, bana bi meraklı bakış attın, biliyordun, benim için herkes ihtimal dahilindeydi, teorik olarak yani, ama işte pratik olarak, o sana rastladığım aptal istanbul gecesinden beri, pratik olarak,ihtimallerim, kalmamıştı.